Ayrılık Hasreti - Loudingirra Özdemir (Georgetown, MALEZYA)

Loudingirra Özdemir
Loudingirra Özdemir
1.1 میلیون بار بازدید - 5 سال پیش - 100 ÜLKEDE 100 TÜRKÜ ÇIĞIRMAKİLKESİZ
100 ÜLKEDE 100 TÜRKÜ ÇIĞIRMAK

İLKESİZ VE TUTARSIZ OLMAK AHLÂKÎ MİDİR?

1. BÖLÜM:

Kuşluk vakti güneşi gökyüzü mü, deniz mi olduğu açık seçilemeyen, beyaza çalan bir mavilikte yüzüyor; gittikçe yoğunlaşan sıcak bir buğunun içinden, etrafa boğuk bir ışık saçıyordu. Ara ara arabayı sarsan kasisler dışında, kimi zaman rengini bile yitiren bu cansız mavilik, kesintisiz, dipsiz bir uzay boşluğu hissini veriyordu.

Putri, beş saatlik yol boyunca ağzını bile açmamıştı. Güzel veya çirkin olduğuna karar veremediğim yüzü, karakteristik ifadelerle yüklüydü. Kapakları etli kapkara gözlerinin yankısı, öylesine güçlüydü ki bakışlarını üzerime diktiğinde, zihnime vuruyordu. Açık kahve teninin üzerinde belli belirsiz seçilebilen ipeksi tüyleri, yüzüne doğal bir çekicilik katıyordu. Alınmamış kaşları, gelişi güzel başını örttüğü siyah başörtüsü ve vücudunu örtmenin dışında misyon yüklemediği uyumsuz kıyafetleriyle, adeta kendisinde görülmeye değer, akıl ve mantık ilkelerinin çöktüğü bir iç dünyaya insanları davet etmek istiyordu.
"Üzerinde bulunduğumuz köprü, Güney Asya'nın en uzun köprüsü." dedi.
Konuşmuş olmak için bu bilgiyi verdiği her halinden belliydi. Gözlerini yoldan ayırıp bana baktı:
"Yirmi dört km uzunluğunda." diye devam etti.
Uzun bir sessizlikten sonra kurduğu cümlenin, üzerimde bıraktığı etkiyi ölçmek için yüzümü inceliyordu. Onun bu çabası, içimi çocukça bir sevinçle doldurdu:
"Bence biraz daha yavaş gitmeliyiz." dedim.
"Manzara öylesine sıra dışı ki, hemen bitmesin."
Putri, ayağını gazdan çekti; fakat artık bir yararı yoktu. Lüks araba, çoktan mesafenin çoğunu yutmuş, etrafı saran buğuyu, adanın hemen kıyısından itibaren yükselen binalar, delik deşik etmeye başlamıştı.
"İnsan elinden çıkmış yapıların kirletmediği bir dünyaya bakmak, güzeldi." dedim.
Putri kahkaha attı:
İnsan yapımı bir köprünün üzerinde giden, insan yapımı bir arabanın içindeydin." dedi.
"O sendin, ben değildim." dedim.
"Çok saçma." diye omuz silkti.

Son bir aydır Putri'nin evinde kalıyordum. Penang diye bir eyaletin olduğunu ondan öğrenmiştim. Georgetown'ı ziyaret etmemi şiddetle öneriyordu. Kedah eyaletinde, onun katılması gereken bir haftalık seminerin tarihi netleşince, bugün şafakla birlikte yola çıkmış, beni de aynı istikamette bulunan Penang'a bırakmak için yanına almıştı.

Köprüyü geçmiş, Penang'a varmıştık.
"Kalacak yer ayarladın mı?" diye sordu.
"Evet." dedim.
"Seni oraya kadar bırakayım." dedi.
Kalacağım yerin konumunu ona gönderdim. Telefonundan açıp baktı:
"Adanın ta diğer ucunda!"
"Oraya yol yok." dedi.
"Milli parkın arkasında kaldığı için, tekne kiralaman gerekiyor veya yürüyeceksin."
"Yürürüm" dedim.
Putri, beni milli parkın girişinde bırakıp yoluna devam etti.

Kimi zaman dar patikalardan geçmek zorunda olduğum ormanın içinde, bir buçuk saat kadar yürüdükten sonra, evinde konaklayacağım adamın bana gönderdiği konuma ve fotoğraflar üzerinde işaret ettiği bölgeye vardım. Duvarları bambu ağacından, çatısı ise tung ağacı yapraklarından örülmüş evin içinden elektrikli süpürge sesi geliyordu. Girişi bulmak için evin etrafını dolandım. Zili çaldım, duyulmadı. Geri çekilip etrafa bakındım. Etrafta başka yapılaşma yoktu. Elektrikli süpürgenin sesi kesilir kesilmez tekrar zili çaldım. Otuzlu yaşlarda, tepeden saçları dökük, Hint asıllı, göbekli bir adam kapıyı açtı. Sıkılgan bir tavır eşliğinde beni içeri buyur edip, buzlu su ikram etti. Evin içi, dış görüntüsünün aksine modern mobilyalar ve lüks elektronik cihazlarla donatılmıştı. Salondaki beyaz deri koltuğa oturdum. Adam ayakta dikiliyor, ben konuşmadıkça, benimle iletişim kurma ihtiyacı duymuyor, sorduğum soruları, bakışlarını benden kaçırarak cevaplıyordu. Eve gelen misafire, mesafeli bir tavır takınan hizmetçi veya temizlikçi izlenimini uyandırıyordu. Ayrıca, kapı açılmadan önce, elektirikli süpürge sesinin gelmesi, evin özgün mimarisi ve zengin işi döşemesiyle adamın giyiminin uyumsuzluğu, bu izlenimi güçlendiriyordu. Bunun üzerine:
"Flavio evde mi?" diye sordum.
"Flavio benim." dedi.
Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Durumu kurtarmaya çalışarak:
"Telefonda sesin farklı gelmişti sanki." diyebildim.
Karşımdakinin yüzünde soğuk bir gülümseme belirdi.

Gece, odaya geçip yatağa uzandım. Çok geçmeden, Flavio odaya girdi ve soyunmaya başladı. Onun, üstünü değiştirdikten sonra karşıdaki odaya geçeceğini düşünüyordum. Geldi ve yanıma uzandı. Kenara çekildim. Bir an yanlışlıkla onun odasına girdiğimi sandım. Telaşla:
"Kusura bakma." dedim.
"Sanırım odaları karıştırdım. Karşıdaki odaya mı geçmem gerekiyordu?"
"Hayır." dedi.
"İkimiz de burada yatacağız. Diğer odadaki yatağı kirletmek istemiyorum." diye sakin bir üslupla devam etti.
"O halde ben yerde yatmak istiyorum." dedim.
Flavio'nun birden suratı düştü:
"Merak etme, sana dokunacak değilim." diye çıkıştı.
Matımı yere sererken:
"Onu ima etmedim." dedim.
Tekrar tekrar özür dileyip, yerde yatarsam daha rahat edeceğimi söyledim.
Flavio, hiçbir şey demeden, sadece ışığı kapatmakla yetindi... 2. BÖLÜM YORUM KISMINDA
5 سال پیش در تاریخ 1398/10/11 منتشر شده است.
1,140,764 بـار بازدید شده
... بیشتر